İslamda Aile

 











İSLAMDA AİLENİN ÖNEMİ




Amacı sağlam bir toplum kurmak olan İslam, aileye çok önem vermiştir. Çünkü aile, toplumun temel taşıdır. Toplumlar ailelerden oluşur. Aile sağlam olursa toplum da sağlam olur. Aile ise evlenme ile kurulur.
Günümüzde aile kurumu, tarih boyunca eşine rastlanmamış büyük bir tehlikeyle karşı karşıyadır. Bu tehlike de, kadın hakları adı altında kadın düşmanlığı yapan bir takım batı ülkelerinin maddî ve manevî desteğini alarak çalışan bazı kuruluşların yürüttüğü faaliyetlerdir. Hâlbuki kadın haklarını savunduklarını iddia eden bu akımların en büyük amacı, kadın erkek eşitliği adı altında aile kurumunu aşındırmak, ailede güçlü olan sorumluluk, yardımlaşma ve dayanışmayı ortadan kaldırıp aile bağlarını koparmak ve kadına sınırsız ve sorumsuz bir statü tanıyarak aile mefhumunu ortadan kaldırmaktır.
Günümüzde bazı insanlar da Allah’ın kendilerine helâl kıldığı nikâhı terk ederek, gayr-i meşrû ilişkilere yönelmektedirler. Bu yüzden toplumu-muzda zina, fuhuş ve sapık ilişkiler alabildiğine yayılmış bulunmaktadır. Geleceğimizin teminatı olan gençliğimizi bu tür sapık ilişkilere karşı uyarmak gerekmektedir. Zira fuhşun ve ahlâksızlığın yaygınlaşmasıyla aile bağı koparılırsa toplumun düzeni de bozulur. İşte bu sebepten dolayı İslam’ın nasıl bir aile kurulmasını istediğini ve aileye verdiği önemi bu yazımızda açıklamak istiyoruz.
 
Her şeyden önce şunu rahatlıkla ifade edebiliriz ki, aile kelimesi, insan zihninde bir takım dinî, sosyal ve hukukî kavramları canlandıran sosyal muhtevalı bir kelimedir.
Aileyi kısaca şu şekilde tarif edebiliriz: Aile, karı koca ve çocuklardan meydana gelen ve yaratılıştan gelen bağlar üzerine kurulan küçük bir sosyal topluluktur. Tüm insanlar aile denen yuvada dünyaya gözlerini açarlar. Dolayısıyla aile insanın ilk kültür ocağı, ilkokulu, ilk sevgi kaynağı ve ilk dostlarını tanıdığı bir yuvadır.
 
Aile toplumun en küçük sosyal birimidir. Toplumlar ailelerden meydana gelir. Toplumun mutlu ve huzurlu olması ailelerin mutlu ve huzurlu olmasıyla doğru orantılıdır. Aile, insanları yaratan Yüce Yaratıcı’nın koyduğu kurallara göre kurulursa sağlam ve toplumun biricik mutluluk kaynağı olur.
İslam’a göre ailenin temeli, nikâh dediğimiz kutsal bir bağla birbirine bağlanan ayrı cinsten iki insanın bir araya gelmesiyle atılır. Nikâh akdi, toplumun çekirdeği sayılan bu küçük yuvanın meşrû sayılmasının ilk şartıdır. Meşrû olmayan sebeplerle bir araya gelen insanların oluşturduğu topluluklar aile sayılmaz. Çünkü bu birlikteliğin temelinde nikâh değil, sifah (iffetsizlik) vardır.
İslam dini, iffetsizlik sayılan zina, fuhuş ve her türlü gayri meşru ilişkiyi haram saymış ve şiddetle yasaklamıştır.
 
Daha önce de ifade ettiğimiz gibi aile kurumu nikâhla başlamaktadır. Nikâh kelimesi, sözlükte; “eklemek, toplamak” veya “akit yapmak ve cinsi ilişkide bulunmak” gibi anlamlara gelmektedir.(1) Dini ıstılahta ise: Evlenme, karı koca arasında birlikte yaşamaya ve karşılıklı yardımlaşmaya imkân veren ve taraflara karşılıklı hak ve ödevler yükleyen bir sözleşmedir.(2) Birbirine haram olan kadın ve erkek, bu akitle birbirlerine helâl olurlar.
 
İnsan neslinin devamı, nesebin muhafazası, toplumu meydana getiren ve toplumun temel taşı olan aile müessesesinin kurulması evlilikle mümkün olur. İslam dini aile yuvasını sağlam temellere oturtmak, faziletli nesiller yetişmesine zemin hazırlamak için meşru ölçüler içinde evlenmeyi hem emretmiş, hem de bir takım müeyyidelerle onu cazip hale getirmiştir. Allah Teala bir ayette şöyle buyurmuştur:
“Allah size kendinizden eşler var eder. Eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder. Size temiz şeylerden rızk verir. Öyleyken batıla inanıyorlar ve Allah’ın nimetlerini inkâr mı ediyorlar? ” (3)
“İçinizdeki bekârları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer yoksul iseler, Allah onları lütfu ile zenginleştirir. Allah lütfu bol olandır, bilendir.” (4)
İslam peygamberi de gençleri evliliğe teşvik ederek şöyle buyurmuştur:
“Gençler, sizden gücü yeten evlensin. Çünkü evlenmek, gözü harama karşı korur, namusu muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen de oruç tutsun, çünkü oruç şehveti kırar.” (5)
“Nikâh benim sünnetimdir. Sünnetimi terk eden benden değildir. Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere övüneceğim. Hâli vakti yerinde olan evlensin, eli dar olan da oruç tutsun. Zira oruç, şehveti kırar.”(6)
Saliha kadını, dünyanın en güzel nimeti sayan Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
“Dünya bir geçimden ibarettir. Şu geçim dünyasının en güzel nimeti de saliha kadındır.”(7)
“Mü’min, Allah korkusundan ve O’na itaatten sonra, saliha bir kadından yararlandığı kadar hiçbir şeyden yararlanmamıştır. Çünkü ona emretse sözünü dinler, yüzüne baksa kendisini sevindirir, üzerine yemin etse yeminini doğru çıka-rır, başka tarafa gitse kendisinin gıyabında namusunu ve malını korur.” (8)
Evlilik, kişinin kendisini ve eşini harama düşmekten korur, insan neslini son bulmaktan, yok olmaktan kurtarır. Doğurma ve çoğalma yoluyla neslin devamını sağlar. Zira toplum nizamının tamamlayıcı bir unsuru olan ailenin kurulması, nesebin muhafazası, neslin bekası ve bireyler arasında yardımlaşma ruhunun geliştirilmesi evlilikle mümkün olur. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim, insanları evlenmeye teşvik etmiştir.
Evlenmenin amacı, sadece erkekle kadının şehevî duygularını tatmin etmeleri değil, insanların üremesini sağlamaktır. Şehvet duygusu, neslin devamı için sadece bir araçtır. Nitekim Hz. Peygamber Efendimiz:
“Evleniniz, çünkü ben sizin çokluğunuzla diğer ümmetlere karşı övüneceğim.” sözüyle bunu vurgulamış ve evlenmenin asıl amacının üreme olduğunu belirtmiştir.(9)
Allah’ın tavsiye ettiği meşrû nikâh, öncelikle kişiye, Allah’ın mülkünde tasarruf yetkisi vermektedir. Bilindiği gibi her şey Allah’ın mülküdür. Allah’ın mülkünü O’nun istediği tarzda kullanmayan haram işlemiş olur. Öyleyse, kadın-erkek münasebetleri Allah’ın dilediği tarzda ve koyduğu şartlar çerçevesinde olmalıdır. Kadın-erkek münasebetlerinde helâl olmayan tasarruflara dinimiz zina demiştir ve bütün cinayetler arasında zinaya en ağır ceza takdir edilmek suretiyle bu meselede Allah’ın mülkündeki haram tasarrufun dünyevî ve uhrevî neticelerinin azametine dikkat çekilmiştir. Dolayısıyla Allah’a ve ahirete inanan bir kimsenin nikâh mevzuunda çok hassas olması, zandan, şüpheli durumlardan kaçınması gerekir.
İslam dininde evlenmenin hükmü sünnet-i müekkededir. Fakat bazı şartlarda farz, vâcip, hatta haram da olabilir:
1. Evlenmediği takdirde zina suçunu işleyeceğini kesinlikle bilen, malı ve bedeni evlenmek için yeterli olan kimsenin evlenmesi farzdır. Evlenmediği zaman zinaya düşüp düşmeyeceği kesin olmayan kimsenin evlenmesi vâciptir.
2. Evlenmediği zaman zinaya düşmekten korkusu olmayan, normal insanın evlenmesi sünnet-i müekkededir.
3. Evlendiği takdirde karısına kötülük edeceğini, ona karşı kocalık görevlerini yapamayacağını kesinlikle bilen kimsenin evlenmesi ise haramdır.(10)
İslam evlenip yuva kuracağımız eşi seçerken bazı hususlara dikkat etmemizi istemektedir. Zira eş, ailenin direğidir. “Yuvayı yapan dişi kuştur.” Yuvayı yapacak, çocukları eğitecek, yetiştirecek hayat arkadaşını seçerken güzelliğinden, soyundan ve malından çok dindarlığına ve iyi ahlâk sahibi olmasına dikkat edilmelidir. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Kadın dört şey için nikâh edilir. Malı, soyu, güzelliği ve dini. Siz dindar olanı tercih ediniz ki, elleriniz hayır görsün.” (11)
Yani erkekler evlenirken bu dört özelliği göz önünde bulundururlar. Bu özelliklerin hiçbirini aramayan erkek yoktur denilebilir. Bunların içinde en az rağbet gören özellik de dindarlıktır. Hâlbuki kadının tercihe şayan olan özelliği dindarlıktır. Hadis-i şerifte bu özellik en son olarak zikredilmiştir. Bunun hikmeti ise, halkın genellikle ilk üç özelliğe gösterdikleri rağbetin yersizliğine ve bunlardan vazgeçip, son özelliğe önem verilmesine işaret etmektir. Evlenilecek kadında aranan en önemli özellik kadının dindarlığı olmalıdır. Diğer özellikler tâlî derecede yer verilmelidir.
Abdullah b. Amr radıyallahu anhtan rivayet edilen bir başka hadis-i şerifte Rasu lullah sallallahu aleyhi ve sellem malın ve güzelliğin getirebileceği kötü sonuçlara dikkati çekerek, evlilikte dindarlık dışındaki bir tercihi açıkça yasaklamıştır.
“Sırf güzellikleri sebebiyle kadınlarla evlenmeyin. Çünkü güzelliklerinin onları (kibir ve gurur sebebiyle) alçaltacağından korkulur. Onlarla sırf mal ve mülkleri sebebiyle de evlenmeyin, zira mal ve mülkün onları azdıracağından korkulur. Fakat onlarla dindarlıklarından dolayı evlenin. Yemin olsun, burnu kesik, kulağı delik siyahî dindar bir köle (dindar olmayan hür kadınlardan) daha üstündür.”(12)
Ebu’l-Esved ed-Düelî, çocuklarına şöyle deyip övünürmüş: “Küçüklüğünüzde, büyüklüğünüzde ve doğumunuzdan önce size iyilik ettim.” Doğumlarından önce kendilerine nasıl iyilik ettiğini soran çocuklarına: “Size, sövülmeyecek bir anne seçtim.” demiştir.(13)
Dinimiz, evleneceklere dindar eş arama hususunda ısrarlıdır. Bu hususa ayet-i kerimede dahi yer verilmiştir.(14) Yine ayet(15) ve hadiste kadında övülen bir diğer vasıf ise kadının itaatkâr olmasıdır.
Evlilik kurumunun başarıyla yürütülmesi ve her iki tarafa da mutluluk ve huzur getirebilmesi için karı kocanın birbirine karşı hoşgörülü ve anlayışlı olması şarttır.
İslam’a göre kurulan aile yuvasının daha sağlam ve kalıcı olması için, evlenecek çiftlerin birbirini görmesi ve konuşması caizdir. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem, evlenmek isteyenlere, alacakları kızı önce görmelerini, bunun ileride anlaşmaları için gerekli olduğunu söylemiştir:
“Allah, bir erkeğin kalbine, bir kadınla evlenme düşüncesi sokarsa, o kimsenin, o kadına bakmasında bir günah yoktur.”(16)
Bir kızla evleneceğini söyleyen Muğîre İbn Şu’be’ye, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem alacağı kızı görüp görmediğini sormuş, o da görmediğini söyleyince: “Git onu gör, ileride anlaşmanızın sürekliliği için bu, ikinize de iyidir.” (17) demiştir.
Ancak İslam’a göre kızla erkek sadece bir mahrem yanında birbirlerini görebilirler. İkisinin yalnız başına bir arada kalmalarına, gezip tozmalarına, güncel tabirle flört yapmalarına İslam kesinlikle izin vermez. Günümüzde yaygınlık kazanan bazı hallere dinimiz kesinlikle izin vermez: Gençler birbirlerini daha yakından tanıyıp daha sağlam evlilik yapmak bahanesini ileri sürerek beraber gezmek, tozmak, seyahat etmek gibi aşırılıklara düşüyorlar. İslam’ın uygun gördüğü “görme” ile bu çeşit beraberliğin hiçbir ilgisi yoktur. Nitekim Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta şöyle buyurmuştur:
“Bir erkek, bir kadınla ancak kadının bir mahremi olmak şartıyla beraber bulunabilirler.”(18)
Dünya ve ahiret mutluluğunu hedef alan dinimiz, toplumun en önemli temeli olan ve nikah akdiyle kurulan aileyi, sevgi ve saygıya dayanan bir kurum olarak nitelendirmektedir. Karşılıklı sevgi ve saygıya dayanan bir aile düzeninde huzur ve mutluluk vardır. Sevgi ve saygının olmadığı ailede mutluluktan ve huzurdan söz etmek mümkün değildir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de, eşler arasında var olan sevgi, saygı ve derin dostluk, ‘Allah’ın yüceliğini gösteren ayetler’(19) olarak nitelendirilmektedir.
Ailenin temel bireylerinden olan karı ve kocanın birbirine karşı hak ve sorumlulukları vardır.(20) Ailede herkes görevini tam olarak yapmalıdır. Aile yuvasının temeli olan eşler karşılıklı hak ve görevlerini bilir ve buna göre hareket ederse, aile ocağı mutluluk ve neşe kaynağı olur. Ailede erkeğin kadına nasıl davranacağı konusunda Sevgili Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır:
“İmanı en olgun olan mümin, ahlâkça en güzel olandır. Sizin en hayırlınız da eşlerine en güzel davrananızdır.” (21)
Eşler yuvada mutluluğu sağlamak için gerekli fedakârlığı göstermeli, huzur bozucu tutum ve davranışlardan sakınmalıdırlar. Erkek, hanımını hoş tutmalı, ona nazik davranmalı ve merhamet duygularıyla hareket ederek ailesini korumaya ve geçimini sağlamaya çalışmalı ve aile bireylerine sevgi göstermelidir. Kadın, eşine saygı, çocuklarına sevgi göstermeli; evdeki işleri zamanında ve itinalı olarak yapmalı eşi de ona yardımcı olmalıdır. Ayrıca kadın, evini, malını, kendisinin, kocasının ve çocuklarının iffet ve şerefini korumalı, kocasına sevgi ile bağlanmalı ve yaptığı harcamalarda israftan kaçınmalıdır. Çocuklar da anne ve babalarına saygılı davranmalı, onların isteği doğrultusunda eğitim ve öğretimlerini yapmalıdırlar.
Aile içindeki küçük tartışmalar ciddiye alınmamalı ve kavga etmekten de kaçınılmalıdır. Şiddetli geçimsizlik ve kavgalar sonunda parçalanan ailelerin sayısı az değildir. Son yıllarda boşanma olayları artmıştır. Boşanma sonunda aileler perişan olmakta, aile ortamından uzakta yaşayan çocuklar da istenildiği gibi eğitimlerini yapamamaktadırlar. Sonuçta, kendisine yeterince güvenmeyen, problemler karşısında bocalayan ve başarı seviyesi düşük bir gençlik ortaya çıkmaktadır. Bu ise, memleketimizi her alanda olumsuz olarak etkilemektedir.
Ailede huzuru ve mutluluğu sağlamak için sevgi ve saygı şarttır. Aile bireyleri arasındaki sevgi, saygı ve bağlılık da tek taraflı değil karşılıklı olmalıdır.
Netice olarak diyebiliriz ki, İslam dini fıtratın bir gereği olan evlenmeyi, sağlıklı nesiller yetiştirmeye vesile olan aile müessesesinin kurulmasını gerekli ve önemli bulmuş ve karşılıklı sevgi ve saygı esasına dayanan, hak ve sorumluluklarının bilincinde olan mutlu bir aile yuvasının oluşturulmasını hedeflemiştir. Gençleri evlenmeye ve aile kurmaya davet eden Sevgili Peygamberimiz yaptığı mutlu evliliklerle bizlere her konuda olduğu gibi bu konuda da en güzel örnek olmuştur. Gayri meşrû ilişkilerin alabildiğince yaygınlaştığı ve özendirildiği günümüzde kendimizi ve çocuklarımızı korumaya alabilmemizin en güzel yolu mutlu bir aile yuvası olduğunda şüphe yoktur.
 
             Doç.Dr. M.SOYSALDI
            Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi.
                                   
İSLAMDA AİLENİN ÖNEMİ
 





Aile, anne baba ve çocuklardan oluşan en küçük toplum birimidir. Bu bakımdan aile toplumun temel taşı sayılmıştır. İlk toplumlardan günümüze kadar, bütün toplumlarda aile vardır. İnsanları diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerden biri, insanların aile düzeni içinde yaşamalarıdır. Anne baba ve çocukların yanında nine, dede, amca, hala, dayı ve teyzeler de aileden sayılır.
Dinimize göre aile; anne, baba ve varsa çocuklardan oluşan kutsal bir yuvadır. Birbirlerine sevgi ve saygı bağlarıyla bağlı olan; aynı inanç, aynı düşünce ve aynı duyguları paylaşan; kendilerine düşen görevleri yerine getiren bireylerden oluşan aileler, huzurlu olurlar. Kur'an-ı Kerim'de "Allah sizlere kendinizden eşler, eşlerinizden de oğullar ve torunlar var eder."1 buyurulur.
İslâm dini aileye büyük önem vermiştir. Çünkü aile hem kişinin huzur bulduğu bir ortam, hem neslin devamı için bir vesile, hem de kişiyi dince günah sayılan çeşitli kötülüklerden koruyan bir kurumdur. Kur'an-ı Kerim'de "İçinizden kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp aranızda sevgi ve rahmet var etmesi Allah'ın varlığının belgelerindendir. Bunda düşünen insanlar için dersler vardır."2 buyurulur.
Toplumun özü ve temeli ailedir. Uygarlıkta ileri gitmiş ne kadar millet varsa, aile ocağında iyi eğitim görmüş bireylerden meydana gelmiştir. Çünkü milletler birçok ailenin birleşmesinden meydana gelmektedir. Dinimiz, ailelere, aile kurumuna ve aile bireyleri arasındaki ilişki ve bağlara büyük önem vermektedir. Aile, evlilik ve nikah bağıyla kurulur. Peygamberimiz bir hadisinde "Nikah benim sünnetimdir. Evleniniz, ben diğer ümmetlere karşı sizin çokluğunuzla öğünürüm."3 buyurmuştur.
Ailenin düzenli, huzurlu ve mutlu olması, aile bireylerinin birbirlerine karşı sevgi, saygı, yardımlaşma ve dayanışma bilinci içinde olmalarına bağlanmıştır. Aslında milletin bütün bireyleri, birbirleriyle sevgi, saygı ve yardımlaşma ihtiyacındadırlar. İnsan, yaradılışı gereği bir başkasına muhtaçtır. Üzüldüğümüz veya sevindiğimiz zaman, bu duygularımızı paylaşacak dostlar ararız. Bunların başında da aile üyeleri gelir.
Anne ve babalar, kendileri ve çocukları için çalışırlar. Aile üyelerinin ihtiyaçlarını helâl yoldan çalışarak temin ederler; çocuklarının geleceği için çok büyük maddî ve manevî fedakârlıklar gösterirler. Çocuklarına millî ve manevî değerleri tanıtırlar. Onların güzel ahlâklı olmaları için çaba harcarlar.
Anne ve babasını seven çocuklar, içten gelen bir sevgi ve saygı duygusuyla onlara bağlanırlar. Aile içinde düzen ve huzurun sağlanmasına yardımcı olurlar. Kendilerinden yaş ve tecrübede daha büyük olan aile bireylerine saygıda, küçük olanlara ise sevgide kusur etmemeye çalışırlar.
Aile bireyleri kendi aralarında, yardımlaşma ve dayanışma içinde olurlar. Herkes, ailenin sevinci ile sevinir, üzüntüsüyle üzülür. Aile bireyleri kendilerine düşen görevleri aksatmadan yerine getirirler. Anne ve babasına eziyet etmezler. Akrabalarını, dostlarını ve komşularını sever, sayar ve yardımlarına koşarlar.
Aile, her insanın doğup büyüdüğü kutsal bir ortamdır. Hepimizin kaldığı bir yer vardır. İnsanların kaldıkları yerlere ev deriz. Ancak aile bireylerinin yaşadıkları yerlere yuva denir. Aile yuvalarına, aile ocağı da denilmektedir. Aile yuvası ve aile ocağı gibi deyimler, içinde rahatlık ve güven duygusu veren, içinde sıcaklığını hissettiğimiz yerler anlamında kullanılmaktadır. O hâlde, içinde yaşadığımız binaların maddî yapısına ev derken, içinde yaşadığımız manevî ortama da aile yuvası veya aile ocağı diyoruz.
Hepimiz aile yuvamızın şeref ve haysiyetini zedeleyecek söz ve davranışlardan kaçınmalıyız. Büyüklerimize saygı göstermeli, küçüklerimize her konuda yardımcı olurken, şefkat ve merhametimizi onlardan esirgememeliyiz. Elimizden geldiğince aile bütçesine katkıda bulunmalıyız. Ev işlerinde ve dışarı işlerinde birbirimize yardımcı olmalıyız. Bunların karşılığında hiçbir ücret beklememeliyiz. Çünkü aile işlerinin ücreti sevgi ve ilgidir.
Aile bireyleri, ara sıra, birbirlerine hediye alarak sürpriz yapmalıdırlar. Bu olay hepimizi çok heyecanlandırır. Aile içindeki neşemiz bir kat daha artar. Bu mutluluğu hep birlikte paylaşırız. Bayram, kandil ve önemli günler hediye almak için en uygun zamanlardır. Çünkü hediye sevgi sembolüdür. Sevgili Peygamberimiz de bazen, aile bireylerine hediye vererek onları sevindirirdi. Hediyeleşme konusunda da ümmetini teşvik ederdi. O, aile içerisinde en büyük hediyenin sevgi olduğunu belirtmiştir.

                                                                                 1. Nahl suresi, ayet 72
                                                                                  2. Rum suresi, ayet 21
                                                                                  3. İbn Mâce, Nikah, 1

                                                             İslamda Ailenin Önemi
                                                                              Prof. Dr. Mehmet Zeki AYDIN
       
 İSLAMDA AİLENİN ÖNEMİ

Kari-koca, ana-baba ve çocuklardan meydana gelen en küçük insan topluluguna aile denir. Ailelerin birlesmesinden Millet meydana gelir. Bir Millet için ailenin önemi çok büyüktür. Çünkü milletin temeli ailedir. Aileler mutlu ve huzurlu olursa millet de güçlü ve kuvvetli olur. Aile, bir milleti millet yapan milli ve manevi degerlerin, gelenek ve göreneklerin ögrenildigi bir okuldur. Allah'a, vatan ve millete karsi borçlu oldugumuz vazifeler önce burada ögrenilir. Küçükler ailede büyüklerin davranislarini görerek taklid eder , devamli olarak gördügü hareketler ruhunda iyice yerlesir ve aliskanlik haline gelir. Böylece çocugun ahlaki yapisi ve kisiligi olusur.
Insanlarin davranislarini bir fotograf makinesi gibi alan çocugun temiz ruhunda iyi görüntülerin yer almasi için, aile fertlerinin her zaman iyi hareketlerde bulunmasi gerekmektedir. Bu sebeple, aile fertlerinin birbirlerine karsi ahlaki vazifelerini ve sorumluluklarini yerine getirmesi büyük önem tasimaktadir. Ailenin mutlulugu ve milletin gelecegi buna baglıdır.


İSLÂMA HAS BİR ÂİLE TİPİ VAR MIDIR? İSLÂMÎ ÂİLENİN ÖZELLİKLERİ NELERDİR?

Biri diğerinin sonucu olması bakımından aynı şeyleri anlatmış olacakları, ya da birinin cevabı içerisinde diğerininki de bulunacağı için, bu iki soruyu birlikte cevaplamayı uygun görüyoruz.
Bilindiği gibi sosyoloji; tarihi gelişmeler, sosyal ve ekonomik etkiler sebebiyle oluştuğunu ve geliştiğini varsaydığı çeşitli âile tiplerinden söz eder: Klan Aile, Zadruga Ailesi, Pedersahi Aile, Modern Aile ve Modern Aile ya da Çekirdek Aile gibi.
Sosyoloji ile uğraşanlar, Klan Aile tipini en ilkel ve en geniş âile olarak değerlendirir. Bugün için modern âile dedikleri Çekirdek Aile ise, en gelişmiş âile tipi olarak kabul edilir. "Bu gün için " diyorum; çünkü ölçü insan aklı olunca, yarının moderni ve en güzeli elbette daha değişik olacaktır. Zaten Klan Aile tipinden hareketle modernleşme yolunda durmadan küçülen âile,1917 Bolşevik Ihtilâli ile iyice küçültülmüs ve çocuklar da âileden koparılarak âile sadece karı-kocadan oluşur hale indirgenmiş, onların da karşılıklı sorumlulukları azaltılmış ve bağlılıkları âdetâ pamuk ipliği gücüne indirilmiştir. Yani Klan Aile tipi aşırılığının bir ucunu oluşturursa, bu tür bir Çekirdek Aile de diğer ucunu oluşturur denebilir.
Bütün bu âile tiplerine, gerek sosyolojik, gerekse Islâmî açıdan baktığımızda, her birinin bazı âvantajların yanında, bir çok sakıncalarının da olduğunu görürüz. Nitekim karı ile kocaya indirgenen âile tipi, bizzat Rusya'da bile daha 1925'lerde tepki görmüş, nihayet 1940'larda eski haline çevrilmiştir. Fransa gibi bazı batı ülkelerinde bu geri dönüş biraz daha ileri gitmiş ve anne - babayı da, evlere yapılacak ilâve bir bölümün olması şartıyla, âileye dahil etmiştir.
Sözünü ettiğimiz avantajlı yanlar ve sakıncaları burada açıklamaya kalkışmamız, bizi istenen çerçeveden uzaklaştıracağı için, onlara değinmeyecek ve Islâmî âile tipi için; sözkonusu sakıncaları giderici, avantajları ise bünyesinde toplayan bir âile tipi, kısaca Islâmi aile diyecegiz. Mesele ilmi ölçüler içerisinde incelenirse, bu ifadenin aslâ subjektif olmadığı anlaşılacaktır. Islâmi aile tipini ille de bunlardan birine benzetmek gerekirse, bazı batı ülkelerinde geri dönüşte varılan noktadaki modern çekirdek aile, Islâmi olana en yakın olanda denilebilir.  
 
 Öyleyse Islâmi olan nasıldır? Bu soruya en kısa şekilde şöyle cevap verebiliriz: Dayanışmada Klan Aile tipini andırır şekilde -fakat aynısı değil- kalabalık, hattâ "el-Akrap fel-Akrap" formülü ile "âkile" gibi büyük bir cemaat oluşturacak kadar geniş, saygı ve sevgi esasına dayanan, günlük hayatta, yatmada; kalkmada; tek tek herkesin şahsiyetini geliştirmede ve herkesi konumuna· göre sorumlu olma düzeyine yükseltmede çekirdek bir âile tipi. Ne var ki bunun son derece kapalı ve açıklamaya muhtaç bir genelleme olduğu da bilinmelidir.
Diğer yönden, ekonomik dünya görüşlerinin aile tipinin, aile tipinin de konut tipine, mimariye, dolayısıyla şehircilik anlayışına etki edeceği de ayrı bir gerçek, bu yönüyle baktığımızda da Islâmdaki âile dar ve geniş anlamda olmak üzere ikiye ayrılabilir. Dar anlamda çekirdek birim, -küçük çocuk yoksa karı ile kocaya kadar inebilir. Onların "Beyt" anlamında bir barınağı olacağı gibi, yetişmiş çocukların ve anne-babanın da bu anlamda müstakil birer "Beyt"i, ya da konutu bulunacaktır. Bunu Kur'ân-ı Kerim'in Nûr Sûresi ayet 61 den ve Peygamberimizin on yaşına gelmiş çocukların gecelemede birbirlerinden ayrılması emrinden anlıyoruz. Ayrıca Nûr Sûresi 58. ve 59. âyetler de bu konuda bize ışık tutar. Bu bağlamda "beyt" ve "dâr" kelimelerinin taşıdıkları anlamlar da bizim Islâmî âile tipi ve konut şekli hakkında bilgi edinmemize yardımcı olur. "Beyt", müstakil olarak kilitlenebilir, yerine göre küçük konuttur. Bazan bir oda bile "beyt" anlamı taşıyabilir. "Dâr" ise beyt'lerden oluşan âdetâ bir toplu konuttur. Ancak Islâmda âileler arası dayanışma, asabe, âkile, ya da "el-Akrap-Fel-Akrap" formülüne göre zorunlu olduğu için beyt'lerden oluşan toplu konut, yani "dâr" tipinin Islâm mimarisinde, revaklı cami avlularını andıran, bir tek karevî meydana açılan, dışa kapalı bitişik odalar şeklini aldığını görürüz. Bu tip Islâmî mimari, halen bazı doğu ve güneydoğu Anadolu kasaba ve şehirlerinde, Mısır'da; Suriye'de ve Irâk'ta yaşanmaktadır.
Islâmi Aile, Islâm dışı bütün âile tiplerinden farklı, fâkat daha çok modern çekirdek âileye yakın orijinal bir âile tipidir. 
Islâmda aile yuvası "harem" (saygın ve kutsi" olarak adlandırılır ve âiledeki her ferdin naslarla çizilmiş bir hürmet hakkı ve görevi vardır. Bu itibarla âilede hürmeti zedeleyen her yol kapalıdır. Karı ile koca müstakil bir beyt'te yaşadığı gibi, hizmetçi ve yetişkin çocukların odaları da ayrıdır. Yetişkin olmayan, fakat karı-koca ilişkilerinden haberdar çocuklar da, anne ve baba ile aynı odada yatamazlar. Ev, mahrem olmayan kadın ve erkeklerin halvetine engel olacak kâdar büyük ve bölmelidir, ya da bu durumda olanlar müstakil evlere ayrılmak zorundadır. 
  Yaşlılar kendilerine yeterli oldukları sürece yaşarlar. Ancak bakılmaya muhtaç durumda iseler, kanunlarla belirlenmiş sıraya göre yakınları onlara bakmakla yükümlüdür. Bu sadece vicdanlara bırakılmamıştır. Vicdanlar âhiret inancıyla terbiye edilmekle beraber, zorlayıcı kanuni müeyyideler de vardır. Dolayısıyla Islâm Toplumunda Huzur Evi ve Kres denen tecrit kampları yoktur.


     
















Hiç yorum yok:

Yorum Gönder